TASAVVUF; RASULULLAH (S.A.V.)'E TABİ OLMAK VE AŞK
Allah’u Teâla Hazretleri Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e tam tabi olmayı nasip eylesin. “Bilesin ki, ahirette kurtuluş ve ebedi mutluluk Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e tabi olmaya bağlıdır. O’na tabi olmak Hak sübhanehü’nün sevdiği kul olma makamına eriştirir. Bu sayede kişi zat-ı tecelli ile müşerref olur ve bununla kemal mertebelerinin hepsinin üstündeki kulluk mertebesine erme imtiyazını elde eder.” (Mektubat-ı Rabbani 249. Mek.) Allah’u Telaya mahlûkun nefesleri sayısınca yol vardır ama Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) yolunun dışındaki yollar kapalıdır ve sonu uçurumdur. “Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) hariç her mahlûk perdedir; Resulullah ise kapıdır.” (Abdulkadir Geylani Hz.) Hakikat-ı Muhammediyye vasıl olmadan Hakk’a vasıl olunamaz. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Buyurdular ki: “Kim beni görürse, muhakkak Hakk’ı görmüştür.”
Mirat-ı Muhammed’den, Allah görünür daim.”
Kişi Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)’e tabi
olduğu kadar arada bir münasebet oluşur. Münasebeti ölçüsünde, o mertebenin
kemalatından nasip vardır. Eğer tabi olma kemale ulaşırsa (Ali imran 31)
ayetinin hükmüyle, Hak Teâla o tabi olan kimseyi kendisine dost eder ve kendi
sırlarına mahrem eyler. Gerçi hakikatte bu dostluk bizzat Hz. Muhammed (sallallahu
aleyhi ve sellem)’e aittir. Çünkü Hak Teâla’nın o tabi olan kimseyi
kendisine dost etmesi, Resul-i Ekrem’in (sallallahu
aleyhi ve sellem) sıfatlarıyla vasıflanmasından dolayıdır.
Bilmek
gerekir ki Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e kemal
üzere tabi olmak şöyle olur: Tabi olan kimsenin gönlü Hak Teâla’dan başka
hiçbir şeyle alakalı olmamalıdır. Alaka ve engellerden tamamıyla kesilmesi de
muhabbetsiz mümkün olmaz. Gerçi muhabbet Allah’u Teâla’nın ihsanındandır; fakat
bu ihsanın zuhuru derece derece şartların elde edilmesiyledir. Bunun sermayesi
de gönlü Hak Teâla’dan başka her şeyden temizlemektir. Bunun Bir yolu vardır ve
o yol da şudur: “Evvela, O sevgilinin ismini söyler ve kalbindeki bu ismin
O’nun ismi olduğunu düşünür. Bu da bir an gafil olmamakla olur. Böylece
kalbinde nefsin başka fikirleri yerine sadece bu düşünce kalır. Devam etmeli ta
ki bu düşünce sebebiyle gönlüne lezzet erişsin ve bunun üzerine devamlılık
göstersin. Böylece söylediği zaman O’nu söyler, her neye nazar etse O’nu görür.
Ona bu mertebede gaybeti olmayan bir huzur hâsıl olur.
“İki, gözümü senin hayalinde tuttuğumdan dolayı, Her neye nazar etsem sen sanırım.”
Eğer onun alakası başkasından kesilirse elbette alakası ister istemez
Hakk’a olur. Hal böyle olunca gönül daima söyleyici, işitici ve görücüdür. Eğer
onun söylemesi, işitmesi ve görmesi gayrıdan kesilirse mutlaka Hakk’a söyler,
O’ndan işitir ve O’nu görür. Daima Hak ile münacat mertebesinde olur. Bu
mertebede zikir, gönlün zati sıfatı gibi olur. Harf ve sesten münezzeh olan
zikrin hakikati, gönlün cevheriyle (hakikatiyle) bir olur ve gönlün tamamını
dost tutar. Gönlün tamamını dost tutmakla; gönlün dostun zikrini tutması
arasında fark vardır. Gönlün tamamını dost tutmak, muhabbette ifrat neticesidir
ve ona “aşk” derler. Buradan bir
derece ilerler ki zikredenin anlaşılan varlığı zikredilenin hakiki varlığında
yok olur. Burada zikreden, ayn-ı mezkûr (zikredilen) olur. Zakir olmak, mezkûr
olmaya dönüşür. “Allah’tan başka Allah’ı zikreden yoktur.” Hakikatı aşikâr olur.
Kendi mefhum varlığını ve eşyanın tamamının varlığını yok görür. “O’nun
zatından başka her şey yok olacaktır.” (Kasas 88) sırrı ortaya çıkar. “Bugün
mülk (hükümranlık) kimindir? Tek olan, her şeyi kudret ve hâkimiyeti altında
tutan Allah’ındır.” (Mümin 16) ayetinin nikabı yüzünden kaldırılır.
Böylece, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem)’e tabi olmanın, bu yüce mertebelerin elde edilmesine sebep olduğu malum oldu. Esmanın, sıfatların ve zatın tecelli eserleri, O’nda (sallallahu aleyhi ve sellem) diğer peygamberlerden daha fazla zahir oldu. Böylece ümmete O’na (sallallahu aleyhi ve sellem) tabi olmak vasıtasıyla hepsinden nasip vardır. “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz.” (Ali imran 110) Hilatini onların üzerine giydirdiler. Bundan dolayı Hz. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Buyurdular ki: “On iki peygamber, benim ümmetimden olmak istedi.” (U. Ahrar Hz.)
"Hz. Hatice annemiz Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ’e karşı öylesine sevda dolu bir duygu beslerdi ki: Fahr-i kâinat Efendimiz dini telkin için Mekke sokaklarına çıktığı zaman, Hatice annemiz de: O güneşte dolaşırken ben gölgede oturamam, diyerek evin avlusuna çıkardı! Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ’in her soluduğu nefesi izleyerek adeta o nefeste var olmak isterdi. Eliyle hazırladığı yemeklerde büyük itina gösterir, her şeyin en güzelini O’na sunmak için çırpınır dururdu. Fakat daha önemlisi Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ’in kalbi ile olan ahengi idi. Hatice annemiz, fahri kâinat Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ’in en ufak bir üzüntüsünü anında hisseder, bir yandan O’nu gidermek için çaba sarf ederken, bir yandan da gönül güzelliği ile o üzüntüyü yok ederdi.
Yine ilk vahiy geldiğinde O’na nasıl destek olduğuna, yüreğini, malını, canını nasıl sevdiğine bakın ve Efendimiz (s.a.v.)’in yüreğindeki Hatice validemizin yerini düşünün, çok hadislerde geçer. Fahr-i kâinat Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Kur’an-ı’n gelişine mukaddem günlerde Nur mağarasında murakabeye çekildiği zaman; Hatice validemize bakın; her gün “O” en sevgiliye yiyecek taşıyor! Her gün gidiyor ve Onunla biraz oturuyor. Sonra dönüp gidiyormuş gibi uzaklaşırdı. Kısa bir süre sonra dönüp bir taşın ardında gizlenerek saatlerce Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ’i beklerdi. Buradaki incelik Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ’i koruma zevki idi. Ve yaşı 55 civarı idi. Hira mağarasını bilirmisiniz siz?" (Alıntı)
Sırrı sebül mesani, Sensin Ya Rasulallah
Ey menba-ı lütfu cud, yerin makam-ı Mahmud,
Yaradılmışdan maksud sensin Ya Rasulullah”
(Azizi Mahmud Hüdayi Hz.)
Sitemizdeki Kitaplara Burdan Tıklayıp Ulaşabilirsiniz!