"Bu Kapı Yokluk Kapısıdır, Varlık Elbisesi İle Girilmez. Varmısın Ki, Yok Olmaktan Korkuyorsun. Yokluğu Görünce Yüz Çevirme Allah Aşkı Yokluk İe Bulunur!" (El-Aziz İrfan Ocağı)

Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri

YUNUS EMRE HAZRETLERİ HAYATI VE ŞİİRLERİ

Moğollardan kaçan Hârzemlilerin Selçuklular tarafından doğu ve sınır bölgelerine yerleştirilmeleri, Moğol akınını Anadolu’ya yöneltmiş, Anadolu, XIII. Yüzyıldan XIV. Yüzyılın ilk senelerine kadar dalga dalga gelen Moğol ordularıyla çiğnenmişti. Halk, yalnız Moğollar tarafından öldürülmüyor, iç kavgalardan da canından oluyordu. Moğol ordusunu, sarayı, vezirleri, beyleri, divanı elçileri, isyan edenleri besleyen ve ölmemeye çalışan, ancak halktı, hem de savaşlardan, katl-î âmlardan kurtulabilip sağ kalan kılıç artığı halk. Herkes herkesten şüphelenmekteydi. Padişahlar bile mevkilerini korumak için Moğollara sığınıyorlar, beyler bile padişahların yakınlığını, Moğollara sığınmakla sağlıyorlardı ve bütün bu sığınmalarda iş gören paraydı, yalandı, iftiraydı. Ülkede din adına, adalet adına, sadakat adına hüküm süren zulümdü. Gayesi tam belirli, dileği apaçık olmamakla beraber halkı kucaklayan, idareyi istihdaf eden, düzeni ve hükümeti yıkmaya yönelen Babalılar ve Cimri isyanlarından başka sonradan “Tahtacılar” denen Ağaçerleri’nin Maraş’ta yol kesişleri, Niğde, Loluva, Sivrihisar isyanları gibi belirli bir bölgede parlayıp sönen isyanlar da eksik değildi. 1299’da olduğu gibi yağmursuzluktan meydana gelen büyük kıtlıklar, halka ölü insan etini bile yediriyordu. Yaşayış çekilmez bir yük olmuştu; herkes ümidini Tanrı’ya bağlamıştı artık. Bir yandan Moğol akınından Anadolu’ya göçen, bir yandan Anadolu’da yetişen sûfîler, halka hayrın, şerrin izafi olduğunu, her işin O’nun iradesinin tecellisi bulunduğunu, gerçek varlığın yoklukla olabileceğini, her işte bir hikmetin mevcudiyetini telkiyn eden, gözleri buğulayan, gönlü maddi ve gerçek yaşayıştan alan, insana boyun büktüren, teslimiyeti gaye bilen bir inancı yayacak en uygun muhiti buluyorlardı. Gerçi tasavvuf, sûfînin mezhebine ve meşrebine, bilgisine ve anlayışına göre değişiyordu; gerçi tasavvuf her şeyi Tanrı ef’alinin zuhuru bilmekle beraber, zulmedenin mazhariyetine uyup zulmettiğini, fakat karşı duranın da mazhariyetine uyup onu kökünden yok ettiğini söylüyordu; gerçi tasavvuf, yokluğu ferdiyetten, benlikten, bencillikten yok olmak, halkta, her zerrede gerçek varlıkla var olmak, kendi için değil toplum için yaşamak sayıyordu. Fakat kadercilik bu anlayışlara engel olmaktaydı; bilgisizlik, bu bilginin, bu irfanın yolunu kesmekteydi ve halkın tasavvuf inancı, bu ümitsiz alanda, kendinden geçmek, olanları görmemek suretiyle bir teselli ışığı uyandırıyordu.

Bu çağlarda Anadolu’da, Muîneddin Pervâne tarafından kendisine Tokat’ta bir dergâh kurulan Fahreddin-i İrâkıy’yi (1239), İbn Arabî’nin (1240) Bâtınîlikle karışık ve tamamıyla mistik inançlarını Konya’da yayan oğulluğu Sadreddîn’i (1274), “Mirsâd’ül-ibâd”la tasavvufu medreseleştiren Necmeddin Dâye’yi (1343) görmekteyiz. 1035’te Şirâz’da ölen İbrahim b. Şehriyâr-ı Kâzerûnî’ye mensup Kâzerûnîyye tarikatıyla o zaman Ahmediyye denen Rıfâiliğin, ayrıca Mevlânâ’ya çok bağlı olan Hacı Mübâret Hayderî gibi Hayderîlik mümessillerinin bulunduğunu Eflâkî’den öğrenmekteyiz. Kalenderîlik bu çağlarda yalnız Anadolu’da değil, Irak, Suriye ve Mısır’da da pek yaygındı. Şıhâbeddîn-i Sühreverdi’nin (1234-1235), IV. Rükneddin Kılıçarslan zamanında, Halife En-Nâsır li Dîn’illâh (1225) tarafından elçilikle Konya’ya gelişi, Anadolu’da fütüvvet ehlinin pek yaygın bulunduğunu bize bildirdiği gibi bunu birçok kaynaklardan da öğrenmekteyiz.

Mevlânâ Celâleddin’in (1273) çevresinde toplananlar ve bilhassa Çelebi Hüsâmeddin (1284) vasıtasıyla fütüvvet ehlini, yani sanatkârları ve esnafı Mevleviliğe bağlamıştı. Mevlânâ “Mesnevi”siyle, şiirleriyle pek az bir zamanda, hatta kendi daha sağken Anadolu sınırlarını aşmıştı. Ona uyanların yüzyıllar boyunca, apayrı ve musiki, şiir ve raks gibi üç esaslı unsura dayanan bir zümre olarak varlıklarını onun adıyla şiirinin çevresinde, “Mesnevi”sinin mihrakında toplamaya muvaffak olacakları besbelliydi.

Yunus’un doğduğu, yaşadığı ve ebediyete göçtüğü çağda Anadolu’da siyasi, iktisadi ve dini durum buydu. Tasavvuf zümreleriyse Ahmedîler, Kâzerûnler, Mevlânâ âşıkları, Kalenderîler, Haydarîler ve büyük mağlubiyete uğradıkları halde zümrevi varlıklarını koruyabilen ve sonradan Hacı Bektaş’ı (1270) kendilerine pir tanıyan Babâîler, Şeyh Ahmed-i Nâmıkıyy-i Câmi’ye (1141) nisbet iddia eden Câmiler gibi, gezginci derviş zümrelerinden olan Abdallar, her şehirde bulunan fütüvvet ehli ve adeta sivil asker olan ve “Rûnûd-Rindler” diye de anılan fütüvvetin kılıçlı (Seyfi) koluydu ki bunlara “Alp Erenler”, “Gaaziyân-ı Rûm” da denirdi. Bu zümrelerin, içlerinden yetişen ve büyük tanınan kişilere de nisbet edilerek adları çoğalıp durmaktaydı.

Yunus Emre, böyle bir devirde, Orta Anadolu’da yetişmiş, kendisini tasavvufa vermiş; doğuda mezhep ayrımları hüküm sürer, kanlı hadiselere yol açarken, iltizam ve müsadere, mevki kavgalarını körükleri halkı ezerken, batıda derebeylik yayılır, sınıflar sınırlanır, topraksız halk esir olur, toprakla beraber satılır, haçlı seferleri cennete yol açar, cennet kanla ve parayla edinilirken o, tasavvufun derin ve içli hoş görürlüğüyle: "Yetmiş iki millete bir göz ile bakmayan, Şer’in evliyasıysa hakıykatte asidir."

Yunus Emre divanı kitabı

PDF OLARAK İSTER OKUYUN İSTERSENİZ İNDİREBİLİRSİNİZ!


Diğer İslami Kitaplara Göz At!

ÇIKMIŞ KİTAPLARIM;


  Allah Aşkı Kutbül Aşk Kitabı

RESİME TIKLAYIP ULAŞABİLİRSİNİZ

El-Aziz İrfan Ocağı - Muhammed Bedri Hüdayi Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri Yunus Emre Hayatı ve Şiirleri

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski