Rabıta Nedir? Rabıta Nasıl Yapılır?
Ey Kardeşim! Bilesin ki, Rapteden, bağlayan, bitişen, münasebet,
alaka, yakınlık, iki şeyi bağlayan, tertibe rabıta denir. Örnek
“Raptiye”. Tabii Rabıta; insanın evladı, iyal, akraba eş ve dostlara
duyduğu yakınlık ve bağdır. Bayağı Rabıta; kişinin dünya ve içindekilere
duyduğu alakadır. Ulvi ve Kudsi Rabıta; Fenafişşeyh, fenafirrasul,
fenafillah mertebeleridir. “Her hususta tabi olana, tabi olunanın kemalatından
büyük pay vardır.” (İmam Rabbani Hz.) “Rabıtasız zikir erdirici değildir,
zikirsiz rabıta ise tek başına erdiricidir.” (İmam Masum Hz.) Mürşid, müridi
ilahi huzura girmesi için bir kapıya benzer ve kapıdan girmek, şeyhin
ruhaniyetinden meded istenen ana bağlıdır.
Şeyhin bir nazarı kırk çileden daha evladır. “Rabıta, Hakk’ın zikrinden
daha faydalıdır.” Yani şeyhin hayali, mürid için zikirle meşgul olmaktan daha
evladır. Çünkü müridin başlangıçta Allah’u Teâla ile tam bir yakınlığı yoktur.
Bunun için zikir yolu ile çok fayda temin edemez. (İmam Rabbani Hz.)
Bu manevi yolda ilerlemek, kendisine uyulan şeyhe yapılan muhabbet
rabıtasına bağlıdır. Bir mürid, şeyhine olan muhabbeti vasıtasıyla anbe an onun
boyasına boyanır (halleriyle hâllenir), ahlakıyla ahlaklanır ve aks yoluyla
onun nuruyla nurlanır. (İmam-ı Rabbani Hz.)
Rabıta, kanın damarlarda dolaştığı gibi damarlarda akmadıkça terk edilmez. Öyle ki müridin bütün azaları (göz, kulak gibi) mürşidinin azaları haline dönmeli. İşte o zaman manevi olarak müridin vücudu, mürşidin vücuduna benzer. Bu bir haldir, nisbet artar iki kalp bir müşahedeyi temin için yapılır.
En iyi tevhid rabıta ile olandır. Ortaklıktan kurtulmak onun vasıtasıyla olur. Kalp rabıta etmeyince firar eder, bir anda dünyayı dolaşır. Rabıta; müridin kalbinin gözüyle (hayal yolu ile) mürşidine Mevla’nın aynası niyetiyle bakmasıdır. (Mahmud Efendi Hz.)
Dik tut gözünü gönlüne gönlün göz olunca,
İnkârı bırak dil testisini ol çeşmeye tut.”
Rabıta yaparken feyzin geldiğine anlamaya bilirsin. Pek önemli değildir,
önemli olan feyzin geldiğine itikad ederek rabıta etmendir.
Mevla’yı hatırlaya hatırlaya O’nda erirsen buna gaybet (fena) denir. O
halde Hakk Teâla’dan gayrıyı sil, fakat mürşid o işe vasıta olduğu için
silinmez O’na karşı tazimi her zaman muhafaza etmeli. (Mahmud Efendi Hz.)
“Biz tutuğumuz eli bırak bırakmayız,
bırakacağımız eli de tutmayız.” (Mahmud Efendi Hz.)
Düşünceler çoğaldığı vakit Allah’u Teâla’ya iltica ve tazarru etmelidir.
Mürşidin suretini, gözünün önünde tutup O’nun vasıtasıyla batının hastalıkları izale etmeli, giderilmelidir. (Mazhar-ı Can-ı
Canan Hz.)
Müridin şeyhinin yanında hazır olduğunu düşünmesi feyz alabilmesini sağlar.
Huzuru ve nuru tamamlanır. Bu sebeple mürid kötü ve çirkin işlerden
uzaklaşır. (Mevlana Halid-i Bağdadi Hz. - Mektubat)
Rabıta da fena hali gelirse (Geçginlik, gaybet hali), rabıta kendisine
zahir olursa (Mürşidinin suretini görürse), veyahut hiçbir şey zahir olmadan
rabıta dolayısı ile kendisine yeni bir tesir hâsıl olursa ki bu üçüncüsü
teveccüh kuvvetinin en aşağı mertebesidir, bir gün olsa bile zahir olsa bunu
garip görmeyin. Çünkü hakikatte tesir, rabıtadan başka bir şey değildir. (Mevlana Halid-i Bağdadi
Hz. - Mektubat)
Onlarla oturan köle, kalkınca sultan olur.”
Pir Nebevi vasıflarla vasıflanmak dolayısıla Hakk’ın tasarrufuna mazhar
ve bu mazhariyet neticesinde ilahi tasarrufla batında o tasarrufa istidadlı
hale gelerek tasarruf sahibi olur. Böylece benliğinden tamamen kurtularak
Hakk’ın muradı ile kaim olur.
Toprak kokusundan kurtulup yar kokusuna büründü.”
(Mevlana Hz.)
Mürid ise, teslimiyet ve bağlılık ateşinin tesiriyle nefsani arzuları
yanıp yok olmuş ve onda irade ve murad namına hiçbir şey kalmamış kimsedir.
Mürid, muradını kalp gözü ile pirin cemal aynasında görerek bütün kıblelerden
yüz çevirip sadece pirinin cemaline yönelmeli. Pirine bağlılık hususunda
kararlı olup kendini her türlü maniden kurtarmalı, niyaz başını pirinin
asitanesinden başka yere eğmemeli, her şeyden yüz çevirip kendi saadetini
pirinin kabülünde, şekavetini ise onun reddinde bilmeli “vücudunun alnına âdem (yok)” çizgisini çizerek pirinin vücudundan
başka herhangi bir vücudun farkında olmaktan kurtulmuş olmalıdır. Eğer onun
hali için inayeti ilahiyye kesintisiz olarak devam ederse onun basiret gözü pir
aynasımdan yansıyan “Cemal”de müstağrak olur. Tam istiğrak halinede ise onun
nazarında bu ayna dahi kalmaz. Bu halde onun teveccühü doğrudan tevhid kabesine
olur ve basiretinin önünde ki mazhar duvarları kaldırılır. (Hace U. Ahrar Hz.)
Beni Sen’in didarından ayırma.
Seni sevmek benim dinim imanım,
İlahi din-i imandan ayırma.
Sararı ben soldum döndüm hazana,
İlahi hazanım daldan ayırma.
Şeyhim güldür ben onun yaprağıyım,
İlahi yaprağı gülden ayırma.
Ben ol dost bahçesinin bülbülüyüm,
İlahi bülbülü gülden ayırma.
Balığın canını suda dediler,
İlahi balığı gölden ayırma.
Eşrefoğlu Sen’in kemter kulundur,
İlahi kulu Sultandan ayırma.
(Eşrefoğlu Rumi Hz.)
Vücudundan fena (yok) olmayan kimsenin rabıtası, salik için fena halini
temin etmez. Hatta çoğu sefer onu tehlikeye sokar. (Mevlana Halid-i Bağdadi Hz.
- Mektubat)
“Aşıkın kıblesi tektir.” (Mevlana Molla Cami Hz.)
Telebbüsü rabıta; Şeyhinin
kılığına bürünme, kendisini ortadan kaldırıp vücudunda şeyhini muhabbetle ikame
etme çabasıdır. Bu halde maiyyet murakabesi yapılır, bu durum kişide zamanla
meleke halini alır ve hızla yol kateder.
Her yerde şeyhi yanındaymış gibi farz etmektir. “Şeyhini yanında
kalbinde (muhabbetiyle) hazır bil. Gömleğin cebinde bir şey taşır gibi.”
(Mehmet Efendi)
Mürşidin ruhaniyeti, Allah’u Teâla’ya erdirinceye kadar saliki terbiye
eder. Zira kemaller ruhaniyyeten ayrılmaz.
Gençleşirim her ne zaman yüzünü hatırlarım.”

Rabıtanın Hakikati
Rabıta: Dervişin şeyhine suret-i mahsusa da teveccühü. Şeyhin suret ve şeklini zihinde tahayyül ve tasavvurla kalbe feyz geleceğine inanmasıdır. Ve Hak dostunu inkâr etmenin şeytan gibi kovulmaya sebep olduğu şüphe götürmez. Cenab-ı Hakk'ı bu ten gözüyle görmek olmaz. Ancak mürşid-i kâmile rabıta ile Hakk'a vusul mümkün olur. Rabıta insan-ı kâmilin iki kaşının arasını hafızada canlandırmaktır. Bir ân mürşid-i kâmili göz önünden ayırmamaktır. Nitekim Hz. Ali (k.v.) Hz. Ebûbekir (r.a.)'a bu mertebeye nasıl vardıklarını sorduğunda Hz. Ebubekir-i Sıddık (r.a.): “Hiç bir ân Resul-i Kibriya'nın iki kaşının arasını gözlerimin önünden ayırmadım” buyurmuştur. Hz. Abdulkerim Cîylî (k.s.) “Merkezi hakiki tevhit” ibaresi ile Kemal-i Zât Resulü Kibriya hakkında şöyle beyan buyurmuştur; “Hakk'ın zatı ile kemâli ile tecelli ettiği varlık Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.)'nın akdes varlığıdır. Ehlullahın ustası Resulu Kibriya “Ena beşerun mislüküm” "Ben de sizin gibi ancak bir beşerim.” (Kehf 110) demekle beraber mabadi (sonrası) olan “Bana vahyolunur ki; Allah Birdir” ibaresi ile sırrı Hakk'ı avamdan gizlemiş bulunmaktadır.” İşte bu ulvî ve hikmet dolu işaretle ehlullahın da ehil olmayanlardan sırlarını saklamalarını emr-ü işaret buyurmaktadır. Zaten kanımızca Amentü’nün sonuna mertebe-i hakikatte “ve evliyâihi” ibaresi eklenmezse hiç bir imanın aslı olmaz, taklitten tahkike varılmaz. “Ey iman edenler, Allah'tan korkun ve sadıklarla beraber olun!” (Tevbe 119) ayet-i kerimesinin zahirî manasının rabıtaya taallûk ettiği düşünülürse ehlullahın verasetül enbiya olarak kıymeti anlaşılır ve müminler için ne büyük nimet olduğu aşikâr olur. Ancak hakikat mertebesinde (Rabıta ehline yapılmış olması şartı ile) Huda-i Lemyezele (zeval bulmayana) vasıtasız vusul demek olduğu şüphesizdir. İşte Rabıta bu kadar önemlidir. Bir arif şöyle buyurmuştur; “Huda’yı ten gözüyle görmek olmaz mürşidi seyret, Cemâl-i mürşidi ayine kıl kim olasın irşat.” Seyr-i sülük erbabı pekâlâ bilir ki, “Rabıtasız zikir musil değildir, zikirsiz rabıta ise musildir” Bunun manasını biraz açıklayalım. Bir salik rabıta etmeksizin yalnız zikirde bulunsa Cenâb-ı Hakk Azze ve Celle'ye vasıl olamaz, amma ruh-ı külliye ermiş kâmil bir mürşide rabıta etse zikretmese dahi Hakk'a vasıl olur yani mürşid-i kâmil vasıtası olmadan vusul olmaz. Haddi zatında; rabıta anında seyr-ü sülük erbabına gelen ve görünen şeyhleri olmayıp mürşitlerinde tecelli eden ruh-u küllî olduğu şüphe götürmez. Ancak salik hasbel beşeriyye bu en çok sevilecek şeyden tehaşi ettiklerinden saliki alıştırmak ve ünsiyet peyda ettirmek için ruh-u küllî şeyhinin mazharında görünür. Hakikat-ı rabıta dahi budur. Buna aşağıdaki kıssa dahi güzel bir delil teşkil eder: KISSA: Şiblî (k.s.)'ünün müritlerinden birisinin keşfi açılır. Şeyhi şemailinde görünen Zât-ı Akdes'in Resûl-i Kibriya'nın ta kendisi olduğunu anlar, fakat yine şeyhi Hz. Şiblî'ye hitap eder gibi hitap eder. Nihayet Resûlullah (s.a.v.) ol müride: “Ben Resûlullahım!” der. Mürid cevaben: “Biliyorum Ya Resûlullah” cevabını verir. Fakat yine de müteakip hitaplarında yine şeyhine hitap eder gibi hitap eyler. Bunun sebebi şudur: Resûlullah (s.a.v.) hangi şemaile girer ve hangi şemailde tecelli etmiş olur ise olsun ebeden “Ya Resûlullah" diye hitap olunamaz. Cemâl-i İlahi’nin Nuru, Nur-u Muhammed'e tecelli etmiştir. Cemâl sıfatı Resul-i Kibriya'nın her mahlûktan melih (güzel) olduğuna işarettir. “En güzel ve en fasih benim” Hadis-i şerifi bu sırra delâlet etmektedir. Bu cemâl onun naipleri olan evliyaullah'a da aynen sirayet etmiştir. Bir veliye müncezib (cezbedilen) âşıkların onu hiç bir mecaz aşkı ile kıyas edilemeyecek gibi sevmeleri bu sırdandır. Kaşlar ve kaşların ortası mürşid-i kâmilin vech-i mübarekine rabıtanın Hak Teâlâ'ya rabıta demek olduğunu işaret dahi bu sırda nümayândır (aşikârdır). Rabıtaya ehil olan bir kâmile rabıta etmek ol zât akdesin ruh-ı külliye mazhariyeti itibariyle Âlemlerin Rabbinin kudretini mürşitte temaşadır... Hakikatini dile getirmektedir… Bu yönden derince düşünülür ise; Mürşid-i kâmilin ebrüvânı (kaşların arası) “kabe kavseyn” olduğuna şüphe kalmaz. Bir arif şöyle buyurmuştur; “Nasıl ağlamayım etmeyim feryat, Müptelayı aşkın binasibiyim, Leylînindir Mecnun, Şirin'in Ferhat, Ben de bir kâmilin müptelasıyım.” Manası: “Ben nasıl ağlayıp feryat etmeyeyim. Aşkın nasipsiz bir âşığıyım. Nasıl Mecnun Leylâya, Ferhat Şirin'e âşıksa ben de bir (kâmil) ehlullahın hüsnüne vurgunum” demektir. Bu bir aşk-ı hakikîdir. Rabıtanın müridi, aşk-ı ilâhîye cezbidir. Yoksa mecazî aşk değildir. Bu sırra eren ariflerden bazıları (Fahreddin Iraki, Niyazi Mısri, Pir İlyas Hazretleri) yukarda zikir olunan manaya delâlet eden şu birleştirdiğimiz şiirleri nasıl da arifane söylemiştirler (Kaynak Abdulkerim Ceyli Hz. - Besmele Şerhi):
Dünyada ki âşıkların gönüllerini avlamak için, Güzeller zülüflerinin kemendini tuzak ettiler.
Maşukun zülüfleri sakin olup yerinde durmayınca, Nice âşıkların gönüllerini bununla perişan ettiler.
Maşuk güzelliklerini ne zaman ki meydana attı, Âşıklar tek cevelanla iki âlemi kendilerine ram ettiler.
Şarap rengi sevgilinin dudağı kadehe düşünce, Veliler âşıklara cennet şarabını tebşir ettiler.
Dünyada her nerede bir gönül derdi olan varsa, Âşıklar bir olup o âşığa şarap ikram ettiler.
İlk şarabı kadehe döktükleri zaman, Ol âşıkları gör kim canla pazar ettiler.
Akılları baştan alan şarabı kadehe koyup, Hakk’a vasıl olmak için benliği ağyar ettiler.
Sakinin gözünden sarhoşluğu borç alan âşıklar, Masivadan yüz çevirip Hakk’ı ikrar ettiler.
Ne zaman ki gaybet halinde kendilerini buldular, Levhi dilden nakşı gayrı mahvedip pak ettiler.
Lâ taayyün aynı içre kenzi mahfi idi Hak, Fethedip kenzi guyûbu Hakk’ı izhar ettiler.
Nuru vahdet pertev-i çekti kulübün bunların, Girdiler üns âlemine hasbi astar ettiler.
Kâinata aynı rahmettir vücûdu bunların, Zulmeti âbâd cihanı gark-ı envar ettiler.
Esfiyânın hırkasına müddeiler giyerler, Sikkeyi terk eyleyüp ol hırkadan âr ettiler.
Hırkaü seccadeyi nâr ile aba saldılar, Bâzı güne naal vuruben terk-i destar ettiler.
Âlemi kutsun arusu idi bunlar tâ ezel, Bir iki gün cilve edüp arz-ı dîdar ettiler.
Nakşü suret âlemiyle olmadılar muhtecib, Canü başı terk edüben Hakk’a isâr ettiler.
Bu cihandan göz yumuben kılmadılar iltifat, Âlemi gaybı şuhuda feth-i ebsâr ettiler.
Kıssalarını anlatmak için dudak ve gözden mest olanlar, Fıstık ve bademi ol âşıklara misal ettiler.
O dudaklar ki yüzlerce aferine değer, Aşktan nasibi olmayanlar ona kötü söz ettiler.
Bu mecliste iyiye de kötüye de yer verildi, Havası da avamı da kadehle meşgul ettiler.
Bir gamze ile cana yüz mesaj verdiler, Bir kaş ile gönülle iki yüz söz ettiler.
Kendi hüsnü cemalinden cilve gösterdiler, Bir cilveyle iki âlemi kendilerine esir ettiler.
Bir gönlü avlamak için, Her an kendi zülüflerini tuzak ettiler.
Gizlice sırlarını mahrem dostlarına söylediler, Sonra onu cihana ilan ettiler.
Ne diye Iraki’ye kötü ad veririler, Öyle ki sırlarını kendileri ifşa ettiler.
Huda’yı ten gözüyle görmek olmaz mürşidi seyret, Kim ki Cemâl-i Mürşidi ayine kıldı onu irşat ettiler.
Sevgilinin iki kaşının arası kabe kavseynü ev ednâdır, Sıdk ile teveccüh edenleri esrarı Kur’an ettiler.
İki kaşın arasında çektiler hatt-ı istiva, Allemel esma’yı ol hattan talim ettiler.
Mushaf-ı didarını her kim ki inkâr eylese, Tart edip dergâh-ı Hak'tan iblisi lanet ettiler.
Ağlayıp feryat eden âşık-ı binasibi, Rahı bulsun deyu bir kâmile müptela ettiler.
Türbede Rabıta
YAŞAYAN BİR MEŞAYIHI ZİYARET
Ey Kardeşim! Yaşayan bir Veliyi ziyarete giderken 25 istiğfar, 25
Salavat-ı Şerif, 1 Fatiha-ı Şerif, 3 İhlas-ı Şerif okuyup kendi mürşidinin
ruhaniyetine hediye edilir. Ehlullahın karşısında edeple oturup aklı ile kıyas
delil getirmeyesin. (çünkü Allah’ın tecellileri farklı farklıdır bu nasıl
evliya felan demek kıyas yapmak helaka sebep olur) ve huzur meallahı muhafaza
edip, bir şey icat edip, kendini faziletli ve bir şey bilmeyip sıfır görüp
kendi varlığını görmeyip, gerekmedikçe konuşmayıp duasını ve himmetini alıp
edep üzere hüsnü zan ederek çıkılır.
“Kurtuluşa ereni göremeyen kurtuluşa eremez.” (Abdulkadir Geylani
Hz.)