İmam-ı Rabbani Hazretlerine Göre Varlık Mertebeleri
1- Lâ-Taayyün (Zât), Hâriç Mertebesi: Allah’ın Zât’ı ile sekiz hakîkî sıfatının bulunduğu mertebedir. “Vücûb Dâiresi” ya da “Vücûb Mertebeleri” denen ve Allah’ın zât ve sıfatlarından oluşan ilâhî âlemdir. (sonradan yaratılmamış, ilâhî âlemdir.)
(Diğer bir anlamda: Ahadiyyet, belirsizlik; Allah’ın zâtını zâtıyla bilme mertebesidir; burada diğer şeylerin bilgisine yer yoktur. Bilinemez olduğu için ona sırrü’s-sır, gaybü’l-gayb, gayb-ı mutlak, gayb-ı hüviyyet, amâ-i mutlak da denilmiştir. Çünkü ahadiyyetin üzeri ululuk (celâl) ve yücelik (teâlî) perdesiyle öyle sıkı bir şekilde örtülmüştür ki onu bilmek ve tanımak imkânsızdır. Onu böyle bilmek mârifettir. Bütün gerçeklerin kaynağı olduğu için bu “bir”e hakîkatü’l-hakāik, varlıkların menbaı olduğu için hazret-i cem‘ ve hazret-i vücûd, basit olduğu için de zât-ı sâzîce (saf benlik) adı verilmiştir. Zât-ı baht ve zât-ı sırf mertebesi olan ahadiyyete hiçbir sıfat verilemez, hiçbir şey izâfe ve nisbet edilemez, ona mutlak sıfatı dahi verilemez; çünkü ona mutlak demek, onu mutlaklık kaydı altına almaktır. Halbuki o, mutlaklık da dahil olmak üzere her türlü kayıttan münezzeh ve mukaddestir. Aslında bu mertebe karşısında yapılacak en doğru şey susmaktır.) (Alıntı Kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/ahadiyyet)
2- Nefs-i Emr Mertebesi: İlâhî isim, sıfat, fiiller ile peygamberlerin ve meleklerin hakîkatlerinin bulunduğu âlemdir (yani Taayyün-i Evvel ve Taayyün-i Sânî).
a) Taayyün-i Evvel: Taayyün-i Evvel ve Hakîkat-ı Muhammedî olan “Taayyün-i Hubbî” de dâhil bütün taayyünlerin mahlûk (yaratılmış) ve mümkin (İmkân Dâiresi’nde) olduğunu söylemiştir. (Sirhindî, ae, III, 573 (no. 122) Bu konuda onun delili: “Allah’ın ilk yarattığı şey benim nûrumdur” (Aclûnî, Keşfü’l-hafâ, Kâhire ts., I, 311-312.) şeklindeki rivâyettir. Bu rivâyette Hakîkat-ı Muhammedî’yi ifâde eden “nûr”un “yaratılmış” olduğu anlatılmaktadır. Başka bir rivâyette bu nûrun, semâlardan 1000 sene önce yaratıldığı ifâde edilerek yaratılışı için zaman bile tâyin edilmiştir.
(Diğer bir anlamda: Vahdet zâtını, sıfatlarını ve bütün varlıkları -ayırım söz konusu olmaksızın- kül halinde (icmal) bilme mertebesidir.) (Alıntı Kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/ahadiyyet)
(“Ben gizli bir hazine idim; bilinmek istedim (bilinmeye muhabbet ettim), mahlukatı yarattım.” (Acluni, Keşfü'l-Hafa, II/132) buyrulan Hadis-i Kudsi'deki sevgi sıfatının nurunun aksiden (aksi yani yansıması nurun kendisi değildir) "Hakîkat-ı Muhammedî" yaratılmıştır. Alemlerde Hakîkat-ı Muhammedî'den yaratılmıştır. Bu yüzden Hakîkat-ı Muhammedî kevneynin yani iki aleminde madeni olmuştur.)
b) Taayyün-i Sânî: İsim ve sıfatların gölgeleri İmkân ve Vücûb Dâireleri arasında bir berzah olarak telakkî edilir.
(Diğer bir anlamda: Vâhidiyyet; vâhidiyyet ise vahdette küllî olarak bildiği şeyleri cüz’î yani ayrıntılı (tafsil) olarak bilme mertebesidir.) (Alıntı Kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/ahadiyyet)
3- Vehim Mertebesi: İmkân Dâiresi; sonradan yaratılmış olan âlem, kendi içinde Âlem-i Halk (cisimler âlemi) ve Âlem-i Emr (ruhlar âlemi) diye ikiye ayrılır.
(Âlem-i Halk (cisimler âlemi) ve Âlem-i Emr (ruhlar âlemi) arasında da bir de "Misal Âlemi" vardır. İki alemin orda misalleri vardır, bundan dolayı misal alemi denilmiştir.)
İmam Rabbani Ahmed Sirhindî (k.s.)’ye göre hâriçte bizzât mevcûd olan sâdece Allah’ın zâtı ve sekiz hakîkî sıfatıdır. Bunun dışında kalanlar mümkin, mahlûk ve hâdistir. Burada Sirhindî’nin İmkân Dâiresi’nin sınırlarını taayyünleri de içine alacak şekilde genişlettiği görülmektedir. Sirhindî taayyünler mertebesindeki sıfatları Allah’ın Zât’ının gayrı gördüğü için bu değişikliği rahatça yapabilmiştir. “Zât’ın ne aynı ne de gayrıdır” dediği sekiz hakîkî sıfatta bile İmkân’dan bir koku olduğunu söyleyen Sirhindî, bunlar hakkında “Zâtı’ın gayrıdır denmese bile, gayriyyet lâzımdır, çünkü Zât ile aralarında ikilik vardır.” demiş, ancak bu sıfatlar için “Mümkin” denemeyeceğini, zîrâ böyle denirse insanların onları hâdis (sonradan yaratılmış) zannedeceğini ifâde etmiştir. (Alıntı Kaynak: Yazar Necdet Tosun)
Tasavvufta varlık konusu temeldir. Varlık konusu iyi öğrenilmeden yapılacak tasavvufi çalışma temeli iyi atılmamış bina gibi olur ki en ufak sarsıntıda yıkılabir. Yanlış inanç ebedi hüsrana "Allah muhafaza" yol açabilir.
La mevcûde illallah = Allah’tan başka varlık yok demektir. Bu ifade Ehl-i sünnete aykırı değildir. İmam-ı Rabbani hazretleri yalnız Allah vardır, âlem hayal mertebesinde yaratılmıştır buyuruyor. Şu sual, âlimler tarafından İmam-ı Rabbani hazretlerine soruluyor:
Sual: Âlimler diyor ki, Allahü teâlâ, bu âlemin içinde ve
dışında değildir. Âleme bitişik de değildir. Ayrı da değildir. Bunun
açıklanması nasıl olur?
İmam-ı Rabbani hazretleri buna şöyle cevap veriyor:
İçinde, dışında olmak, bitişik ve ayrı olmak gibi şeyler,
var olan iki şey arasında düşünülebilir. Halbuki sualde, iki şey mevcut
değildir ki, bunlar düşünülebilsin. Çünkü, Allahü teâlâ vardır. Âlem, yani
O'ndan başka her şey vehim ve hayaldir. Âlemin var görünmesi, Allahü teâlânın
kudreti ile devamlı olup, vehim ve hayalin kalkması ile yok olmuyor. Ahiretteki
sonsuz nimetler ve azaplar bunlara oluyor. Fakat, âlemin varlığı vehim ve
hayaldedir. [Yani dışarıda var olmayıp, vehme ve hayale var görünmektedir.]
Vehim ve hayalin dışında bir varlık değildir. Allahü teâlânın kudreti, vehim
olunan, hayal olan bu görünüşleri devam ettirmektedir. Var gibi göstermektedir.
Hayalde bulunan bir şey, dışarıda var olan bir şeyle bitişiktir, onun içindedir denemez. Fakat, var olan, mevcud olan bir şey, hayalde olan şeyin içinde de, dışında da ve ayrı da değildir, bitişik de değildir. [Bunu nokta-i cevvale ile açıklıyor. Merak edenler mektubun aslına bakabilirler.] (C.2, m. 98)