"Bu Kapı Yokluk Kapısıdır, Varlık Elbisesi İle Girilmez. Varmısın Ki, Yok Olmaktan Korkuyorsun. Yokluğu Görünce Yüz Çevirme Allah Aşkı Yokluk İe Bulunur!" (El-Aziz İrfan Ocağı)

Huzur Beyanı

 Huzur Beyanı

Ey Talib-i Huzur! Mevla Teâla seni huzur-u meallah ilimine musahhar kılsın. Bilesin ki, şimdiye kadar anlattıklarımız huzur makamının temini ve elde ettikten sonra muhafazası içindi. Çünkü bir şeyi elde tutmak elde etmekten zordur. Huzur; deyince kastedilen manalar şunlardır “Allah’u Teâla’yı her an hazır bilmek, Allah aşkını bütünümüzle hissetmek, Allah’u Teâla’da fani olmak, yokluk, hiçlik, müşahede, murakabe, ihsan (görür gibibi olma), yani devamlı Hakk Teâla Hazretleri ile olmaktır.” İlmü-l Hakikatu-l Huzur; yani ilimlerin ve amellerin hakikatı ve ruhu mesabesinde olan Mevla ile huzur ki onsuz ilim ve amel ruhsuz beden gibi olur. “Bu yoldan maksat ve ele geçen şey, Allah’u Teâla’nın devamlı huzurunda olmanın idraki içinde olmaktır. “Zahirde halk ile batında Hakk ile olmaktır.” Eshabı kiram zamanında buna “ihsan” denilmiştir.” (Şah-ı Nakşibendi Hz.) Arifler: “Bulana müjdeler, kaybedene yazıklar olsun.” buyurmuşlardır.

     Ey Kardeşim! Dünya işleri seni perdelemesin. Bundan evvel geçen zamanı hatalı kabul eyle. Geçenden elde ne vardır? Geleceği ona göre itibar eyle de vaktini ganimet bil. Netice-i kara himmet eyle. Ya, “Netce-i Kar nedir?” der isen, “Marifet-i Nefs” deriz. Marifet-i Nefs (Kendini tanıma) ise varlığın vicdanen mahvile (yok bilerek), kalbin masivadan boş olmasıdır, huzur ve üns-ü Hüda ile dolu olmasıdır. Ve ruhun huzurla ve sırın üns ile lezzetlenmesidir. Ol vakit hakikat-i kalp ve ruha ve hakikat-ı eşya ve hakikat-ı Muhammediyeye arif olmuş ve vuslat etmiş bulunursunuz ve ayeti kerimedeki “İnsan-ı biz yarattık ve nefsinin kendine fısıldadıklarını biliriz ve biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 16) sırrına ermiş olursunuz. Ve bir vecihle olur ki, kalbiniz miratına nazır olup (bakıp) kendi suretinizi görürsünüz. “Nefsini bilen rabbini bilir.” Hadis-i şerifine vakıf olup, rahat kalırsınız. Yani demek isterim ki, gönlün huzur ve üns-ü Mevla ile daimi olsun. Bu rütbelerin nihayeti bu saadete ermektir. Tarikin bidayet ve nihayeti şeriat-ı garra olduğu gibi, hem bidayet ve nihayeti huzur-u Mevla’da daim olmaktır. Cenab-ı Hakk mutlak Hakk’dır. Sakın, bir renk, suret, harf ve bir tasavvur ve hayalle göreyim deme ve bu vecihle Hz. Hakk’ı mutlak iken mukayyet kılmayasın ki, mukayyed olan “Rabb” olmağa salih olmaz. Vahdet-i Hakk budur. Vuslat bu, sürur ve ermek bu iştir. Bulmak bu şeydir. Ruh nasıl vücut ikliminde bi keyf (nasılsız) ise ve ne çeşit mutasarruf ise ve vücud-u cüz ve taksim kabul etmiyor, hayat-ı daim ve vücud onunla kaim ise, kezalik Cenab-ı Hakk hem öyle muhit ve görüp bilen yine kendisini kendisidir. Sen heman miratı kalbi masiva tozlarından pak ve mütecella edip (parlatıp) agâh olmalısın ki, kendisi miratında kendisini seyran edip lezzetle diğer bir efkâra dalmayasın. O’nun iştiyakı bu maruzatadır. Bilen kendisidir. Sen yoksun, agâh ol. Ol mahbub Cemalini aynada seyr etmekle müteleziz olur. Ya, bu halde rububiyyet kalır, diğer şey kalmaz. Ah, ne edeyim! “Dile gelmez ki, harç edeyim esvat.”

“İrfan bil yokluktadır, Rıdvan bil yokluktadır.                                            
İhsan bil yokluktadır, Gel benliği terk ede gör.”                                  

     Talib-i aşıka lazımdır ki, kendi fikrini masivaullahdan (Allah’ın dışında ne varsa) hali kıla ve kalp ayinesini varlık suretleri pasından ve mahlûk lekelerinden pak eyleye, ta ki tecelliye kabiliyet kazana. Nitekim denmiştir: “Tahliye (boşalma) tecelliyeden ayrılmaz. Hemen ki (kalp) ayine safi ola, feyz-i Rabbani onda mü’nakis olur. Zira ki, feyz mebde-i Feyyaz’dan devamlıdır. Kalp masivadan boşaldığı an tecelli mürettep olup envar-ı ulumi Rabbani gönülde zahir olur.” Bu husus akıl ile bilinir şey değildir. (İmam Efendi)

     Hakk Teâla’nın kula yakınlığı iki kısımdır. Bir kısmı, halka (yaratılan her şeye) olup ilim ve kudretiyledir ki; “Nerede olursanız, O sizinle beraberdir.” (Hadid 4) kavlinde işaret buyurulduğu gibi. İkinci kısım havasa mahsusdur ki, lütfuyla onlara has kılmıştır. Buna, hasis (nitelikler) ve şevahid (tanıklar) denilir. “Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf 6) emr-i celile ile de ona ima buyurulur. Evvel havasa bir kurbiyyet ve muhabbet bahş eder ki, cihan onun hayalinden çıkar. Muhabbet-i gayb, onları gönülden sürer, kurb-i hakikat bir dereceye erişir ki, vücud-u mülahazasından (varlığını düşünmekten dahi) zikr, huzur ve muhabbet-i ilahi onu geri bırakır. Ve mevhum varlığından bendeyi eksiltir. Ve ol aslına vardırır, yok görünür. Ziyade, “Mutlak varlık” zuhur eyler. Ta o derece olur ki, nasıl ki evvel kendisi var idi, ahiri de öyle olur. Yani hayal-i masiva kalmaz, sırf “huzur” olur. O vakit, o makamda cümle alaik (bütün dağlar) gönülden ref olur (kalkar). Ve esbab münkatı olur (sebepler kalmaz). Ve rüsum (usüller, merasimler) kalkar, hudur (sınırlar) mahv olup, işaretler son bulur. İbareler gider. Haber kalmaz. Ve Hakk kendi “Bir” olarak baki kalır. “Allah en hayırlı ve en baki olandır.” (Taha 73) zahir olur. Bunları cümlesi levh-i dilden (gönülden), nukuş-u masiva ve gayriden silip, huzur-u meallah ile kalmak demek olur. (İmam Efendi Hz.)

Huzur Beyanı

Keş-ül esrarda yazılmıştır ki, Cenab-ı Hakk’ın kurbu odur ki, Kur’an-ı Kerim’de: “Secde eyle ki, karib (yakın) olasın.” (Alak 19) buyruldu. Secde, mahfiyetten (yokluktan) kinayedir. Varlığını O’nun varlığı bilip vicdanında O’nunla olursan ayn-ı kurbdur. Hadis-i Kudsi’de geldi ki: “Kulum bana, nafile yakınlaşmağa devam ederse onun tutan eli, yürüyen ayağı, duyan kulağı ve gören gözü ben olurum.” Müşahade makamı ki “İhsan Allah Teâla’ya O’nu görüyor gibi ibadet etmendir.” Diye tarif buyurulmuştur. Ve bu kurb, evvel iman edip inanmak ve tastik eylemek ve ahir ihsan iledir ki, ihsan Huzur-u Mevla’da görür gibi ibadet etmektir. Buna “Makam-ı müşahade” denmiştir. Ve huzur külfetsiz hâsıl olup ünsü bağladıysa, tahakkuk etmiş demektir.

“Vahdet meyin iç sen hele, Aşk ile düş dilden dile,                                       
Ta erersin sen o güle, Gel benliğini terk ede gör.”                                

     İmdi akıl ayağı ile saha-ı medrese-i ilm-i ilahiye rah-i mecal ve dest-i akılla (akıl eli ile) halkayı bab-ı ders hane-yi esrar-ı na mütenahiye (sonsuz sırlar dershanesinin kapısının halkasına) teşebbüs (tutunmağa) mahal yoktur. Mücerret ilmi zahir ve akılla harem-i kudse duhul ve ravza-i ünse vusul mümkün değildir. Ancak pirin emrini gözetip teslim etmek gerektir. O’nu, yani Cenab-ı Hakk’ı ıtlak ve la-ıtlaktan bile münezzeh bilmelidir. Mesnevi şerifin bu beyitleri size nasihat için kâfidir.                                         

“Çok şaşılır, O’nu tasvif çok zor, âlim ve cahil O’nu anlamıyor.”

     Renk (tasvif) ta’ayyun ve la-ta-ayunndan ve ıtlak ve la’ıtlaktan münezzehtir. Ve kendinin sıfat-ı zatiyesini haricde kendinin gayriyle kendini gömek itibarına göre, kendi de kendini görmekten ibarettir ki, akılların idraki ve danişi (ilmi) o görmeye fehm ve izan eylemekte şaşkın ve kusurlu görüştür. Zira basiretin nurlarının ziyası onların basarları (gözleri) zulmetini mütelaşi edip (görmez olup) vücutlarını levh-i takyidden mahv eder. Zira akıl sahipleri o birenklilik binişi (vasf edilemeyen görme) nuru içinde müsteğrak olup, zat sıfatında hayretinden kendinden habersiz olup, mütehayyır ve ser-ger-dan (şaşkın) kalmışlardır. Her kim ki vücud-u mecazi rengine boyanıp renk (sıfat) içinde kalmıştır ve bu alem- suretin elvanı güna-gün’ü (çeşit çeşit renkleri) onun basiretine perde olmuştur, o renk ve elvandan ari olan zat-ı akdes-i nasıl görmek mümkün olur. Olmaz ondan ötürü ki, ol vech-i pakla olan münasebeti maneviyye ol renk hicap olmuştur.

“Bir’i iste, Bir’i oku, Bir’i ara,                                                                                                        
Bir’i gör, Bir’i anla, Bir’i söyle.                                                                   
(Mevlana Molla Cami Hz.)

     Bi-renklik rengini ihtiyar ile (sıfatsızlık sıfatını seçerek) ve unsur-i tabiatlerden münselih olup (sıyrılıp) o vücud-u hakkani ile mevcut olmakla: “Allah’u Teâla’nın ahlakı ile ahlaklanınız.” Hadis-i Şerif libasıyla mülebbes olup (giyinip) ondan sonra ol vech-i pak ile vuslat-ı hakikiye ve kurb-i maneviye hazır ve amade ol. Belki aynı vuslat ve kurb hâsıl olur. Ol zat-ı bi keyf ve ol vücud-u akdeste cisimmi var ki, onda renk ve renkten sade olmaklık maksut ola. Zira biz O’nu tenzihi sıfatlardan her ne sıfatla vasf eylersek, yine O ettiğimiz vasıftan alidir. Bizim tenzih kaydımız, O’nun vucud-ı mutlakasında teşbih mesabesinde olur. Bizim sade dememiz O şerefli zattan tabir içindir. “İbareler olmasaydı, işaretler batıl olurdu.” denilmiştir. Hemen ney gibi sade olup, huzur-u meallah devletini bulmak her rütbenin nihayetidir, bilesin. Bu kadar arif-i billah, limeallah “Allah’ü Teâla ile öyle vakitlerim vardır ki” (Hadis-i Şerif) deyip kelamlarında feryad ettikleri, bu huzur-u meallaha devamın sırrıdır. (İmam Efendi Hz.)

ÇIKMIŞ KİTAPLARIM;


  Allah Aşkı Kutbül Aşk Kitabı

RESİME TIKLAYIP ULAŞABİLİRSİNİZ

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski