Nisbet-i Meallah Hak ile Alaka
Nisbet-i Meallah Hak ile Alaka; Ey Kardeşim! Nisbet; arabide iki taraf arasındaki alaka demektir. Tasavvuf ıstlahında ise, Allah ile yarattıkları arasındaki alakadır.
Nakşibendi nisbeti; şeriat ve kemal mertebesinde takva nurlarıdır.
Diyerleri (tarikatkler) tevhid sırlarıdır. Nakşibendi’de kalb makamına kavuşana
tevhid sırları zuhur eder. Vera ve takva yolunda nur ve safa varsa da, muhabbet
yolunda yanma ve erimeden zevk alma vardır.
Kafileyi gizlice hareme götürürler.”
Varlık âleminin üstünde, “Melik-i
Vedud” âlemi vardır. O halde süluk esnasında tevhid marifetleriyle karşılaşılır.
Bundan sonra, telvinsiz islamiyyetin zahirine uygun olan bilgiler zahir olur.
(Mazhar-ı Can-ı Canan Hz.)
Tevhid-i şühudiyye; ehline
göre ayanı sabite ilmi ilahide izafi âdemlerden ve sıfatı hakikiyenin
zıllerinden mürekkebdir. Harici hakikinin zılli olan harici zıllinin aynasında
harici eserlerin aslı olmuştur. O halde a’yan-ı hariciyye (harici varlıklar)
şuhud ehline göre zılli olarak vardırlar, hakiki varlık değil, harici zıllide
var olurlar. Hakiki varlığın tahakkuk etdiği harici hakiki değil. Âlemde varlık
zıl ve aks olarak ne varsa hepsi Allah’u Teâla’dandır. O halde Allah’u
Teâla’dan başka hakiki varlık yoktur. İşte “Tevhid”
inancı budur. (Mazhar-ı Can-ı Canan Hz.)
Tevhid-i şühudiyye nisbeti; aslın zılla nisbetidir derler. Güneşten
yayılan ışıkların güneşe nisbeti gibi. Zıl burada tecelli manasındadır. Yani
bir şeyin ikinci derecde zuhurudur. Bu zılli kesret de güneşin vahdeti
hakikisinin mahali olamaz. Her ne kadar zıllın kendi aslında başka ayrı bir
hakikati olmayıp o asl ikinci mertebede zuhur etmiştir, kendini zıl olarak
ortaya çıkarmış olsa da. Ancak birinin, diğerinin aynı olduğunu söylemek doğru
olmaz. Deniz ve dalgalar için böyle söylemek doğru olur. O halde şuhudiyye
denen tasavvuf ehli, tevhid akidesine bir zarar gelmemesi için, bu nisbet
tabiri ile bir bakıma asl ile zıllin birbirinden ayrı olduğunu söylemektedir. (Mazhar-ı
Can-ı Canan Hz.)
Nisbetin zuhuru; Âdem şerrin
ve noksanlığın kaynağı, varlık hayr ve kemalin aslı, âlemde yokluk ve varlıktan
mürekkeb, hatta âdem onun aslı ise onda emanet olunca, ister istemez âlem
güzellik ve çirkinliğin mecmu olacaktır. Ancak güzellikler varlıktan,
çirkinlikler ise âlemin âdem tarafından meydana gelmektedir. Buna göre salik
kuvvetli istidadı cezb-i ilahinin; zıllı olan meşayıhın cezbi ile seyr-i ilmi
ile imkân derekesinden vücub derecesine doğru, Hadis-i Şerif’te bildirildiği
üzere Halık ile mahlûk arasında bulunan zulmani ve nurani perdeleri geçer.
Hakikat güneşinin nurlarının salikin aynasında zuhur etmesine mani olan bu
perdelerin kalkmasıyla zahir ile mazhar arasında meydana gelen nisbeti
muhazatın bereketleri tam olarak görünür. Bu nurlar o aynayı görünmez hale
getirir. Bu hale nisbeti fena derler. Fenadan sonra Allah’u Teâla’nın ihsan
ettiği varlığın her makama uygun hale getirilmesi gerekir. Fenadan sonra
salikin beşeri varlığı ayakta tutup, şeriat ahkâmını yerine getirebilmesi için,
Allah’u Teâla’nın ihsan ettiği varlığın her makama uygun hale getirilmesi
gerekir. Buna “Nisbeti Bekai” derler. Salik zulmani ve nurani perdeleri tamamen
yırtar, tecelliyat-ı sıfat ve şuyunatı geçer, sırf tecelli Zat ile müşerref
olursa Nebilerin ulaşdığı mertebeye ulaşır. Kötülüğün gelmesi ihtimali
bulunmaması demek olan ismet mertebesine kavuşur. İmkân derekesinden vücud derecesine doğru kat
ettiği mesafeye göre, sırf şer olan âdemden ileriye geçer. Allah’u Teâla’ya
daha yakın olur. Âdem zulmetleri varlık nurlarının kaplamasıyla yok olunca,
daha çok hayr kaynağı olur. Fakat bazen şerri meydana gelmesi ihtimal ile veli
ve naibi nebi olur. İnsanları ıslah ve terbiye eder. “Enbiya masun, evliya mahfuz” sözünün manası budur. (Mazhar-ı Can-ı
Canan Hz.)
Eşyanın varlığı zıllidir; hakiki
değildir, yani görünen bu kesret vücud-ı hakikinin zılleridir. Haricde O tek
varlıktan başkası yoktur. Çokluk, vücudun şuyunatının çokluğundandır. Zıl
kendini zıl olduğundan haberi olmadığı müddetçe varlık yalnız kendine mahsus
zanneder. Salik ben derken o vehmi varlığa işaret eder. Salik tasavvuf ehlinin
ıstılahı olan katı mesafe denilen ve Hadis-i Şerif’te bildirildiği üzere Halık
ile mahlûk arasında bulunan zulmani ve nurani perdeleri geçip, kendi aslına
kavuşunca kendini O aslın zıllından başka bir şey görmez kendi varlığını ve ona
bağlı olan şeyleri Allah’u Teâla’dan emanet olarak bilir. Zıllın kendi başına
bir hakikatı olmadığı hatta o aslın ikinci mertebede zıl suretinde zuhur
ettiğini idrak eder. O zaman kendisine ben derken o benin zıl değil asl
olduğunu anlar. Ondan sonra ene diyenin ilm-i hudurisi asla bağlanır. Artık ben
deyince önceki asl kadedilir. Sonra da asla tabi olarak ikinci dercede zıl kasd
edilir. Bu durum devamlı olunca buna “Devam-ı Huzur” denir. Fena
gerçekleştikten sonra bu huzur artık kaybolmaz.
İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin “Tevhid-i Vücudiye” itirazı, zahir
ulemasının itirazı gibi değildir. Bilakis tevhid-i vücud ehlinin söylediği
makamı kabul ediyor, şu kadar var ki, asl maksadın bu makamın üstünde olduğunu
söylemiştir. Harici hakikide mevcud olan vücudi hakikinin vahdetini bozmayacak
tarzda Halık ile mahlûk birbirinden başka olduğunu isbat ediyor. Fakat tevhid-i
vücudi ehli böyle demiyor. Onlar Halık ile mahlûkun aynı olduğunu söylüyorlar. (Mazhar-ı
Can-ı Canan Hz.)
Ayağı sınırdan ileri koymamalı.
Bütün âlem Cemal-i ezelinin aynasıdır,
Bakmalı, fakat konuşmamalı.”
“Makamlar, hallerin latifliği ve
belirsizliğinden dolayı idrak edilemez!” (İmam-ı Rabbani Hz.)
Batın hallerin belirsizlik ve bilinmezliğe ulaşması, tecelli Zati’nin
zuhurunun alemetidir. Nitekim ayeti kerimede “Gözler O’nu göremez” (Enam 102) buyruldu. Bu hususta kati
delilidir.
Müceddiye nisbetinin latifliği ve
belirsizliği insanların inkârına sebeb oluyor. Burd-i yakin ve tumaninet
ateşten talebdir ki, müceddidiyenin yüksek makamlarında ele geçer. Maksud’la
nasıl olduğu bilinmeyen beraberlik peyda olur.
Hiçbir zevk, şevk ve huzur buna ulaşamaz.”
Meşru olmayan vecdler fakire göre istdrac kabilindendir. Vüsul yolu, nübüvvet kemalatına yakın olduğu için kapandı vilayet yolu ise açık kaldı. Vilayet; daima Allah’u Teâla! yı (hazır) bilmek ve sünnete uymak halidir.
Bu ise derviş hırkası diler.”
Harkulade haller, mücahedelere
bağlıdır. Vilayet yakınlığının şartı değildir. (Mazhar-ı Can-ı Canan Hz.)
Geri dönünce merkebdir o yine de.”
Ey hakikatten uzak Mazhar! Namazınla öğünme.”
Huzur va agâhlıkla yapılan bir taatin
kabul edilmesi ümidi çoktur.
Nisbeti Meallah; Saadet erbabının
nisbeti meallah olandır. “Zenginlik gönül zenginliğidir.” (Hadis-i Şerif)
Huzur meleke olunca; islam, iman ve
ihsandan ibaret olan kâmil din hâsıl olur.
Gönle gelince; gönülü Allah’u Teâla ile beraber eylemelidir. Bu esnada
eğer zevk, şevk ve başka keyfiyyetler ele geçerse bu inayeti ilahiyyenin
artmasındandır. Yoksa işin aslı huzur ve
agâhlık mertebesidir!
Amellerin nuru cemiyyete, nisbetin safasına, hzur ve agâhlığa sebebdir.
(Çeşit çeşit yemeklerin, tatlıların hepsinin ayrı ayrı lezzeti vardır.
İbadettlerinde ayrı ayrı lezzeti vardır. Lezzet için ibadet yapmayacağız ama
lezzet de alacağız.)
Namazda, nasıl hallere kavuşutuğunu bilmeli.
Kur’an-ı Kerim okurken, nasıl bir nisbetin, bağlılığın zuhur ettiğini anlamaya çalışmalı. Kelime-i Tevhid söylerken, nasıl bir zevkin meydana geldiğini bilmelidir. Bunun gibi, şüpheli lokmalardan nasıl bir zulmet yükseldiğini ve diğer günahlar da buna kıyas ederek tesirlerini bilmelidir. (Mesela hiç aklınızda olmayan bir masiyete, günaha gönlünüz kayıyorsa kesin haram veya şüpheli bir şey yemişsinizdir. Şüpheli gıda ile ameller riyalı olur, ihlas elde edilemez.)