Vech-i Hassa Teveccüh ve Hakk'ın Kayyumiyetine İltica
Vech-i Hassa Teveccüh ve Hakk'ın Kayyumiyetine İltica; Ey kardeşim! Bilesin ki, mevcud olan her şeyin zati tecelliden bir nasibi vardır ki ona “vech-i has” derler. Bu vech-i hasta, devam nisbetinde Hakk’a doğru bir cezbedilme vardır.
Ne zaman ki Hakk’ın kayyumiyyetinin (her
şeyin O’nunla kaim oluşunun) Cemali, kâinatın zerreleri aynasından hislerin
tarafından hissedilir ve görülür olursa bu durumda eşyanın yokluğu onların
nazarında sabit olur, kayyumiyyetin Cemali zerrelerin kayyumiyyetini örter ve
nişansız olan hakikat nazarlarına “vech-i
baki” den başka hiçbir şey kalmaz. (U. Ahrar Hz.)
Mevcud görünen her şeyi bir cismi müsevva
gibi telakki etmeli ve Hakk’ın zat, sıfat ve fiilerini bu cismin ruhu olarak
bilmelidir. Eğer Hakk’ın zat, sıfat ve fillerinden bir nur bu cisme yansımazsa
ondan ne bir nam kalır ne de bir nişan! (U. Ahrar Hz.)
Hakikatte O’ndan başka “varlık” yoktur. “O”ndan
gayrına “varlık” diye isimlendirmek iftiradan başka bir şey değildir. “Allah var idi, O’nunla birlikte hiçbir şey
yoktu.” (Hadis-i Şerif) “Şimdi de
olduğu gibidir.” Ne kendine ne de kendinden gayrısını şuuru olmayacak
gerekir. “O’nun vechi dışındaki her şey
helak olucudur.” (Kasas 88). Müşahede ettiği şeyin de “Her nereye yönelirseniz Allah’ın vechi oradadır.” (Bakara 115)
ayetinin işaret ettiği üzere “vech-i
baki”den başka bir şey olmaması gerekir. (U. Ahrar Hz.)
Takvanın hakikati, kalbin masiva ile alkasının kesilmesidir ve fakr
vasfı ile daima O’na teveccüh etmesidir. Hal ve makamlar masivadandır demişler
sukun ve huzur da bu cümleden olarak
(masiva bilip Hakk ile irtibatın) kesilmesi sebebi bilmişlerdir. “Gözüne
sahip olmayanın kalbi yoktur!” (U. Ahrar Hz.)
Talib-ü matlub çün sensin sana.”
“Her kim Allah için olursa,
Allah’da onun için olur.” (Hadis-i Şerif) Biliniz ki fena, kişideki
beşeri sıfatların yok olması, beka ise salikin ilahi sıfatlarla donanmasıdır.
Seyrüsülükte fena fillah ve beka billahdan sonra şehadet mertebesine ulaşır.
Hacemiz şöyle der: “Salik fena fillah mertebesinden sonra beka billaha ulaşır.
Aynel yakin ve hakka’l-yakine erişir. Bu esnada kendi varlığından hayret duyar
ve şuhuda erer.” “Kendi nefislerinizde nice ibretler vardır. Hiç görmüyor
musunuz?” (Zariyat 21) ayeti kerimesi ve “Nefsini bilen Raabbini bilir.”
(Hadis-i Şerif)’i bu hale işaret etmektedir. (Y. Çerhi Hz.)
“Hiç kimseye, yok olmadıkça Hakk’ın huzuruna yol yoktur. Göğe çıkış
merdiveni nedir? Bu yokluk, Âşıkların mezhebi ve dini yokluktur.” (Mevlana
Hz.)
“O’nun gayr bilen her şeye karşı O kıskançlık sahibidir.” Beyazıd-ı Bestami Hz. “Bu bahr; bahr-i ezeldir ve O’nun sahili ebeddir. Sahili kardır ve ka’rı bi-kerandır. Ve berzah, senin senliğindir. Eğer sen kendini bu deryanın suyu üzerine bırakır isen senin senliğin olan berzah aradan kalkar. Bahri ezel, bahri ebede karışır ve evvel ahirin rengine ve ahir evvelin rengine boyanır. Ve bahr, bir’den gayr-ı değildir. Senin mevhüm olan senliğin sebebiyle iki görünür. Bu gün, evvelki gün ve dün ve yarın her dördü birdir. Gözünü açtığın vakit arada sen olmadığın halde bütün âlem sen olursun.” (Lemaat 93) “Renkler renksizliğe ulaşınca bütün tezatlar, zıtlıklar ve kavglar yok olur.” (Mevlana Hz.)
Sen çıkıp taşra ararsın, ol yakındır senden sana.
Gir vücudun hanesine, yârin ile hem dem ol,
Bul sezai Vasl-ı Canan, olmaya hiç ondan cane.”
Can ve ten kaydında bulunmayıp, varlığını Allah’ın varlığıyla bilip huzurunda bir nefes gaflete razı olmayasın. Vücudun varlığını Allah-u Teâla’ya hicap eylemiş olmayasın.
“Can-ü ten iki berzahtır salik olanın,
Berzahda kalan menzil-i cana erişmez.”
Beşeriyetten ruhaniyete seyr, şehevatın ve malayaninin terki iledir.
Dilinde, kalbinde ve himmetinde Allah’dan gayrısı bulunmaz, işte bu hale
“Müşahade” denir.
Muhabbetin kalbimde, gaibliğin nerededir?”
Mebde ve meaddan maksut, anck marifet-i zatidir. Marifetullah ise gönül
ahvalinizdir. Zikri hakiki, dilin agâhlığı olup kalpte huzurun ünsiyet tutup,
meleke kesp eylemesinden ibarettir. “Ben
ve ümmetimin müttakileri tekellüften beriyiz.” (Hadis-i Şerif) Tarikimiz vech-i hasdan terbiye olmakla
turuk-i sairedem mümtazdır.
“Habb-ı gafletten uyansa dil bulur dildarını, Can olur hazır, huzur eyler, gönül mesrur olur.”
“Vech-i has” ise, talib-i sadık, vücut-u varlığını kelime-i tevhidin nefiy tarafıyla nefy edip, iraz etmek ve hayal bilip andan fani olmaktır ki, kemal bu yokluktur. Tarikat ehli indinde yokluk bulan talib, “Dost varlığı” na yetmiştir. (İmam Efendi Hz.)
Varlık acemileri ne bilsin yokluk nedir.” (Mevlana Hz.)
“Bizim uğrumuzda mücahade edenleri kendi yollarımıza eriştiririz. Hiç şüphe yok ki, Allah Muhsinlerle beraberdir.” (Ankebut 69) “Mücahade” gönle gaflet arız oldukta giderip huzuru getirmektir ve ihsan zaten bu müşahadenin ismi olur. (İmam Efendi Hz.)
“Sen bir adımın koy nefsinin üzerine, diğer adımın varsın sevdiğinin köyüne.” Mealince varlığını görmeyip, kendini fani bilip, daimen varlığını Cenab-ı Hakk’ın olduğunu teyakkun edip bu varlık ve huzuru unutmayıp, gafil olamaya Zat-ı aziz’ül vücut, ol nefes içinde Zat-ı Hakk’a eriş ve vuslat bulmuş ve devlet-i huzuru bulup sadet-i sermediyyeye ermiştir. “Bilin ki beni arayan beni bulur.” (Hadis-i Kudsi)
Hadis-i Kudside Allah’u Teâla Hazretleri; “Benden başkasını unutan, beni zikretmiş olur.” Buyurmuştur. Yani tahkik beni o kimse zikretmiştir ki, benden gayrısını unutmuş ve ehl-i huzur olmuştur. Ve Allah’ı bulmanın alameti budur ki, âlemde cümle halaika şefkat nazarıyla nazar edip, Hak ve batılın iyi ve kötünün zuhuruyla rahatsız olmaz. (İmam Efendi Hz.)
Çünkü tohum toprağa gizlenirse yeşerir.” (Mevlana Hz.)
“Ey İman edenler! Allah’ı çokça zikredin.” (Ahzab 41) emr-i Rabbanisiyle
zikri kesire memuruz. Ve zikri kesirin
manası: “O’nu unutmamaktır.” Denilmiştir. Daima “Huş Der Dem” ile mukayyed olup aklını nefsine rabd ederek, ta ki cemi-i evkatın zikri daim ile
geçe.
Dolarsın mearif ve esrardan.”
Her halimizde gönlümüzü ağyardan muhabbet-i Mevla vasıtasıyla tahliye olunması lazımdır ki, esrar ve irfan ile dola ve sahibi huzur ve üns olup saadet-i dareyni bula.
“Bir huzur edindiysen kalbini ona bağla,
Bakma gayre, gözünü bütün âlemden bağla.”
Bizim tarikimiz vech-i hasdan terbiye ile memur olduğundan, seyr-i
afaki, eşya ve masiva bilmeyip, evvel kademde gönülden zat-ı bahtı Hakk’a
teveccüh olmaktır. Şu halde bu teveccüh üzere olup, huzur-u meallahdan bir
nefes gafil olmamağa dikkat ve ihtimam etmek gerektir. Zahiren halkla bulunduğu zaman batınen Hak’la
olmak cilvesinden ayrılmayasınız. “Vücub
ile imkân” ı cami olmak en büyük şeref olduğunu biliyorsunuz. Gönül
masivadan hali olup da, huzur-u Hak’la bulunduğu zaman mahbub-u hakikinin vasfı
ehadiyetle tecelli eylediği vakit olduğu evliyaullahtan mesail-i
müttefikiyyesindendir. Salikan-ı rah-ı (yolu) tarikat, bahr-i hakikat ve
melakan-i deyr-i marifet üç kısım olup;
Evvelkisi (Salikan-ı rah-ı tarikat) : Züll akıl (akıl sahibi) dir ki
onlar halkı zahir ve Hakk’ı batın
görürler. Ve onların nazarında halk Hakk’ın miratı olur. Çünkü rai (görücü)
mirat nazar ile görünen surettir. Mirat mahcub olur. (Aynaya bakan, aynada
olanı görür, aynayı görmez.)
İkincisi
(Vasılan-ı bahr-i hakikat) : Züll Ayn’dır ki, onlar Hakk’ı zahir, halkı batın görerek bunlarında nazarında halk Hakk’ın
miratı olur. Çünkü bunlar miratı halka nazar eyleseler Hakk’ı görürler.
Zira bunların nazarında halk mahcub dur. Yani huzur-u ilahiye müstağrak olur.
Mevcudattan haber bilmezler.
Üçüncüsü (Malikan-i deyr-i marifet) : Bu iki mertebeyi Cami olan sahib-i
saadettir ki, onlar mazhar-ı “Hüvel
evvelü vel ahiru vezzahiru vel batınu” olup, Hakk’ı halkta halkı Hak’ta
müşahade edip, bu taifeyi, bunlardan biri diğerinden mahcub eyleyemez. Bu
taifeye “Zevil-akl ve zevil-ayn” tesmiye kılınmıştır. İşte “Vech-i has” dan terbiye budur ki, salik bu surette zat-ı bahta
müteveccih olup, sahib-i huzur ve üns olarak kesrette vahdet cilvesini bularak
tarafeyn-i cami olmuştur. (İmam Efendi Hz.) ”Bu, Allah’ın lütfudur. O’nu
dilediğine verir. Allah büyük lütuf sahibidir.” (Cuma 4)
İnsan fikirden ibaret bir nüsha-ı rabbani dir. A’za ise bir libas-ı
hayvanidir. “İnsan rabbinin binasıdır.” (F. Razi Hz.)
Belki sen kavuşursun, biz varmadıksa da.”