"Bu Kapı Yokluk Kapısıdır, Varlık Elbisesi İle Girilmez. Varmısın Ki, Yok Olmaktan Korkuyorsun. Yokluğu Görünce Yüz Çevirme Allah Aşkı Yokluk İe Bulunur!" (El-Aziz İrfan Ocağı)

Tasavvuf; Nasıl Abdal (Evliya) Allah Dostu Olunur?

Tasavvuf; Nasıl Abdal (Evliya) Allah Dostu Olunur? 

Nasıl Abdal (Evliya) Olunur? (Abdal, "bedel"in çoğuludur, tebeddül ile aynı köktendir; değişim, dönüşüm yaşayan ulu eren demektir. Bu değişim hem ruhîdir hem de bedenîdir. Abdallar, duası kabul olan kişilerdir; ama sıradan biri gibi görünürler.)

Hilyetü'l-Ebdâl İbn Arabi Hazretleri

Bize bilmediğimiz şeyleri ilham edip öğrettiği için Allah'a hamdolsun. Allah’ın üzerimizdeki inayeti büyüktür, tartışılmazdır. Şerefli efendimiz Hazreti Muhammed’e selam olsun; en büyük makamda sözün en derli toplu ve kalıcı olanı ona verilmiştir. İmdi ben Peygamber'in amcaoğlu olan Abbas'ı[n kabrini] ziyaret etme münasebetiyle gittiğim Taif'te [h.] 592 yılının Cumadelulâ ayının 12. gününde (13 Nisan 1196) Pazartesi akşamı el-Miye'nin evinde istihareye yattım; Rabbime “ hayırlı bilgiler nasip et" diye niyazda bulundum. İstiharemin sebebi, Harranlı Ebu'l-Ganâim'in azatlısı olan Habeşli arkadaşım Ebû Muhammed Abdullah bin Bedr ile Tilimsanlı Ebû Abdullah Muhammed bin Halid Sadefî’nin  (Allah her ikisini de doğru üzerinde muvaffak kılsın) şu mübarek ziyaret günlerinde ahiret için faydalı olacak bir şeyler" yazmamı istemeleridir. Hemen bu gece Allah'tan hayırlı [ilhamlar] murat ettim ve su fasikülü yazıp "Hilyetü'l-Ebdâl' diye adlandırdım. Bu hilyeden zuhur eden bilgi ve derin haller o iki arkadaşıma ve başkalarına saadet yolunda azık olsun; [müridin] iradesinin tüm renklerine ve dallarına açılan bir kapı olsun istedim. Varoluşu yaratandan destek ve yardım isteriz.

1- Giriş: Hüküm hikmetin sonucudur. Bilgi, marifet [denen derin araştırma ve tahkikin] sonucudur. Hikmeti olmayanın hükmü geçerli olmamalıdır. Yaratanı hakkıyla bilerek yargıda bulunan daima diktir, ayaktadır, pörsümez. Allah’ı hakkıyla tanıyan daima tefekkür halindedir. Bilgili olan hâkimler “Lam” harfindendirler. Ârif olan hikmet sahipleri ise "Bâ" harfindendirler.

2- Zuhur Öncesi durum: Zahidin ihtiyacı dünyayı terk edebilmesiyle gerçekleştiği, mütevekkil tüm işlerinde efendisi olan Allah’a güvendiği, mürit sema ve vecd ile huzur bulduğu, abid, ibadet ve zorluklara katlanmayla tatmin olduğu; hikmet sahibi arif Hakk’a yönelerek kendini gerçekleştirdiği (aslına rücu ettiği) manevi hüküm ve güç sahibi âlimler Hakk’ın gayb hazinesinde eriyip yok oldukları için, onların nasıl bu hale geldiklerini hiçbir âlim, hiçbir mürid hiçbir abid tam olarak bilemez. Onların bu haline hiçbir mütevekkil ve zahid de gereğince tanık ve vakıf olmamıştır. [Hiçbiri, kendi halleri hususunda hakiki şuur sahibi olamadılar] Zahidin dünyayı terk edişi elbette bir bedel içindir, mütevekkilin tevekkülü maksadını elde etmek içindir, müridin vecdi ve coşkusu ruhundaki sıkıntıları defetmek içindir, abidin zorluklara katlanışı Hakk’a yakın olmak içindir. Arifin amacı ise Hakk’a buluşmadır. Hak ancak tüm çizgilerini, resmini, ismini ve hüviyetini imha edene yansır. Marifet ve tüm diğer derin nitelikler alfabedeki harflere benzer; hepsi de bir başka şey için vesiledirler, işarettirler. İsim, çizgi ve resim gibi şeylerin tümü, gözün saf gerçeği görmesini engelleyen sebep perdesidirler; ışığı gölgeleyen yapraktırlar.

Eğer oluş / oluşum öne çıkmasaydı hakiki zat (el-ayn) tüm çıplaklığıyla zuhur ederdi. İsimler olmasaydı, sadece isimlerin sahibi belirgin hale gelirdi.

Sevgi olmasaydı kavuşum / kabz daimi olur, [varlık hiç zuhura gelmezdi].

Kavuşumun hazzı / nasibi olmasaydı sadece mertebeler egemen olurdu.

Hüviyet olmasaydı enniyet ["ben" olmak] zuhur ederdi.

"O" olmasaydı, "Ben" ortalığı kaplardı.

"Sen" olmasaydı, bilinmezlik fermanı her yere duyurulurdu.

"Anlamak / anlaşılmak" olmasaydı, "bilme"nin iktidarı tek ceberrut olurdu.

Bu karanlıklar dağılıp fena (yokluk) halinin ince kırıntıları uçuşunca içime su beyitler ilham edildi:

“Sonsuz varlık yansıdı, senin gönlüne                                                          

En derin kuyularından, ezelin ve ebedin

Gözler görmekten aciz kalıp perdelenmisse

Bir mesel bu sadece, ama sebebi sensin.

Kalbin kanat çırptıgı kafeste tek gerçek,

"O"nu onda görenin fani olmayacagıydı,

Ve mesaj, kelâm gömlegiyle, bilgiyle sarılıydı,

Göründü isaret tasları zirvede, yer ve zamanın.”

3- Abdülmecid bin Seleme'nin abdal oluşu: Endülüs'te Mersanetü'z-Zeytun'da Allah'ın ermiş kullarından biri vardı Abdülmecid bin Seleme adında. Onu tanırdık; çocuklara Kur'an öğretir, fıkıhtan anlar, hadisleri ezbere okur, Hak sevgisiyle dopdolu olduğu her halinden belli olurdu. Yoksullara yardım etmekten geri durmayan bu mütevazı kişi bir gün bana şunları anlattı, Allah onu doğruda baki kılsın: "Bir gece her zamanki gibi bir miktar Kur'an okuyup seccademde sakin bir şekilde oturmuş, basımı dizlerimin arasına koymuştum; Allah'ı anıyordum. Ansızın garip bir kuvvetin seccadeyi altımdan çektiğini hissettim. Bu garip kişi hemen bir hasır buldu ve seccade yerine bu hasırı sererek;

- Bunun üzerinde namaz kıl! Dedi. Evimin kapısı sıkı sıkı kilitliydi; onun nasıl buraya girdiğini anlamamıştım, korktum ve tir tir titremeye başladım. Ansızın seslendi:

- Allah’la dost olan, hiçbir şeyden korkmaz. Devam etti:

- Her zaman sadece Allah’tan çekin. Sonra sakinleştim, bana cesaret geldi ve ona dedim ki:

- Efendim, abdal nasıl abdal olur?

- Ebû Talib Mekkî'nin Kûtu'l-Kulûb kitabında bahsettigi gibi dört asamadan geçmekle kişi ruhen olgunlaşıp abdal olur. Dile hâkimiyet, mideye hâkimiyet, uykuya hâkimiyet. Bu sözleri söyledikten sonra döndü gitti, nasıl eve girdiğini, nasıl çıktığını asla anlayamadım. Ama kapıya baktığımda hâlâ açıktı. Onun bıraktığı hasır ise altımdaydı! Tüylerim diken diken olmuş vaziyette ardından bakakaldım!” Bu adam abdal tayfasındandı ve ismi Muaz bin Esres idi. Onun bahsettiği dört esas, yolumuzun temel direkleridir. Kimin ayağı kayar da ana esaslara dikkat etmezse kendini kaybeder; Hakk’a giden yolu bulamaz.

4- "Sumt": Dile hâkim olmak: Dile hâkim olmak yani doğru zamanda susmak, iki kısımdır. Allah'tan başkasıyla, Allah'tan başka bir şey konuşmamaktır. Bu, zahiri olarak mâsivâdan tamamen kopabilmek demektir. Esas sumt, kalbin her türlü düşünceden, boşaltılmasıdır. Mutlak surette sükût herhangi bir olay, kişi, şey hakkında bile kalpten bir şey geçirmemeyi başarmaktır. Kim ki diline hâkim olur da kalbine hâkim olamazsa onun sorumluluğu azalmış ama yok olmamıştır. Daha ermemiştir, hamdır o. Kim ki hem dili hem kalbi derin sükût haline erişmişse o, kendi ruhunun sırlarına vakıf olmaya başlamış demektir ve Rabbi ona tecelli eder. Kim ki kalbini sükûta erdirmiş ama diline konuşma hakkı vermişse hikmet lisanıyla konuşma seviyesini tercih etmiş demektir. Kimde ne diline ne de kalbine sükût dizgini takmamışsa şeytanın maskarası olur; ruhunu şeytanın memleketine çevirir. Dile hâkim olmak umum halkın mertebesidir, hakikat yoluna ilk koyulanlar da böyle yapar. Kalbe hâkim olmak, yüce tecellilere tanık olan mukarreb (Hakk’a yakın olan) kişilerin halidir. Yücelme yoluna koyulan saliklerin sükût hali, manevi afetlerden uzak durmaktır. Mukarreb kişilerin sükût hali ise, Hakk’a yakın olmanın verdiği hazzı derin bir sükun içinde yasamaktır. Kim ki bu anlamda suskunluğu tüm hallerinde yaşarsa artık o sadece Rabbiyle baş başa kalmayı basarmıştır. Aslında susmak, özellikle de iç konuşmaları defetmek insan için imkânsızdır. Bu yüzden, hiç olmazsa, mütemadiyen başka varlıklarla kurduğu diyalogun bitmesinin hemen ardından Rabbiyle diyaloga geçerse bu durum, kendisi için daha hayırlı olur. Kurtuluş yolunun kapısını aralar. O artık konuştuğunda doğruyu söyler, çünkü kendini Rabbinde fani etmiştir; sanki Rabbinin tercümanı olmuştur. Kuran'da söyle buyurulur: "O kendi arzu ve hevâsıyla konuşmadı!" (Necm Sûresi 3). Doğruyu konuşabilmek, doğru dilekte bulunmak, yanlışı söylememekten, yanlış şeyi dilememekten geçer. Esasında Hak dışında bir şeyle konuşmak her hâlükârda sakıncalıdır; konuştuğunda Allah'ın [tecellilerini] bulmamak başlı başına kötüdür. Rabbimiz buyurdu: "Onların çoğu fısıltılarında hayır yoktur; ancak sadaka vermeyi, iyilik yapmayı veya insanlar arasını düzeltmeyi isteyenler hariç." (Nisâ Sûresi 114) Bu durumun tam yetkinleşmesi ile ilgili olarak söyle buyurulur: "oysa onlar Hakk'a tapan, Allah'ı birleyici olarak dini yalnızca Allah'a tahsis edip ona ibadet etsinler diye emrolunmuşlardı…” (Beyyine Sûresi 5) Sumt hali, vahiy türlerinden birinin makamıdır. Sumt, yani verimli sükût Hak bilgisini getirir insana.

5- “Uzlet”: Yalnız kalma: Uzlet derin sükûtun merdivenidir. İnsanlardan uzaklaşan adam, konuşacak kimse bulamayınca dilini terbiye etmeyi öğrenir. Yalnızlık iki kısımdır: Müridlerin uzleti ki maddi yalnızlık demektir; başkalarından fiili olarak uzaklaşmak demektir. Tamamen kalbin yoğunlaşmasıyla gerçekleşen ve dış dünyadaki her şeyin kalpten atılmasıyla son bulan, derin kişilerin (muhakkiklerin) uzleti. Onların gönlünde Hak (marifet) bilgisinden başka bir şey kalmaz. O kendi kalbinde Hakk’ı müşahede eder. Yalnızlaşanların üç amacı vardır. Diğer insanların muhtemel kötülüklerinden arınmak, kendisinin yıkıcı etkilerinden başkalarını korumak -ki bu ilkinden daha yücedir- ve Hak ile dostluğu tercih edip tüm masivayı boşamak. İkinci amaç birinciden daha yücedir demiştik; çünkü birinci amaçta insanlara suizanda bulunmak, onları kötü saymak vardır; ikinci durumda ise kişinin kendi nefsini muhasebe etmesi daha çok öne çıkar. Senin kendi nefsin hakkında suizan etmen başkaları hakkında suizan etmenden daha iyi! Çünkü sen kendini başkalarından daha iyi bilirsin. Ama yalnızlığı tercih edenlerin en yücesi, Rabbinin dostluğunu tercih ederek inzivaya çekilenlerdir. Kim, Rabbinin dostluğunu amaçlayarak yalnızlaşırsa kimse onu bilmez, Hak tarafından ona verilen ruhi sır ve yeteneklerden kimse haberdar olmaz. Yalnız kalma isteğinin bir kalbe yerleşmesi, iki basamakta gerçekleşir; önce bir "yabancılaşma" gereklidir. Yabancılaşma, yabanıl kalma hissi, kişinin kopmak istediği hal ve şeylere (masivaya) karsı tepki alışıdır. Sonra varmak, sığınmak istediği şeye doğru yanaşmak, ilişmek, ünsiyet peyda etmek basamağı gelir. İnsanı gönüllü ve huzurlu yalnızlığa iten de budur. Yalnızlık, verimli suskunluğu zenginleştirir; ona katkıda bulunur. Suskunluk, aslında yalnızlığın getirdiği zorunlu hallerdendir. Burada dilin susmasını kastediyorum. Kalbi susturmak, uzlet yoluyla elde edilemez. Yalnız kişi ne denli gayret etse de Hak’tan başka biriyle masiva hakkında konuşabilir. Bu yüzden susmayı yolun esaslarından kıldık. Kim uzlete yapışırsa ilahî birliğin sırlarına vakıf olur. Böylece onun önünde ahadiyyet sıfatının (Hakk’ın mutlak birliğinin makamı) sırları açılır. Uzlet hali, mürid veya muhakkikin tüm beşeri niteliklerden soyutlanarak yücelmesi demektir. Uzletin en yüksek derecesi, mutlak halvet makamıdır. Bu makam "yalnızlık içinde yalnızlık" demektir. Böyle bir uzletin semeresi, umumi uzletten daha güzeldir; daha verimlidir. Yalnızlaşan, ayrılan anlamında "mutezil" kişi Hak hakkında kesin bir inanç ve güven hissiyle dolmalıdır; ta ki hiçbir fikir geçmesin gönlünden. Eğer o, kesin güvenden ve "Hakk’ı görüyormuşçasına bilme makamı”ndan mahrum ise uzlet zamanını bir tür azık saysın; yalnızlığı esnasında ilahî yansımaların aynası olmak için beklesin. Umulur ki ruhen güçlenir de Hakk’ı görüyormuşçasına inanma makamına yaklaşır. Verimli uzletin ön şartlarından biri de bu makama geçebilmektir. Uzlet, dünya hakkında açık ve doğru bilgiler getirir insana.

6- "Açlık": Bedene hâkim olma: Açlık, bu ilahî yolun üçüncü esasıdır. Dördüncü esas olan uykusuzluğu da içerir. Tıpkı uzletin sükûtu içermesi gibidir. Açlık iki türlüdür. İradi açlık: müridin bilerek, nefsi terbiye etmek için girdiği açlıktır. Mecburi açlık: muhakkiklerin (sufilerin) açlığı bu türdendir. Zira muhakkik kişi kendini "aç kalacağım!" diye bir amaç ve niyet çerçevesinde aç bırakmaz. Ama ilahî ünsiyet makamında ise yediğini azaltmak zorunda kalır bazen. Muhakkik kişi, ilahî heybet dediğimiz güç ve kudret makamında ise onun yemeği çoğalacaktır. Muhakkik sufilerin yemek konusundaki rahatlıkları, tanık oldukları azamet haline uygundur. Hakikat nuru, olanca ağırlığıyla azamet renginde onlara yansıyınca buna dayanmak için güçlü bir bedene sahip olmak durumundadırlar. Eğer muhakkik sufi az yeme durumundaysa ona yansıyan tecellinin ünsiyet ve dostluk rengi taşımasından ötürüdür. Ama bu yola yeni giren müridde durum farklıdır. Onun çok yemesi, Hak zikrinden ve fikrinden uzaklaşmasına kanıttır. Sanki Hakk’ın kapısından ötelere sürülmüştür de şehvetin dizginleri ele aldığı nefis onu yönetmektedir. Hayvani hisler onda güçlüdür. Müridin az yemesi, ilahî rahianın Kalbine yavaş yavaş dolduğuna işarettir. Böylece bedeninin isteklerini takip etme derdinden uzaklaşıp yücelmektedir. Açlık, zorlanma derecesine varan bir ifrata gidilmediği sürece hem yeni mürid hem de muhakkik için iyidir. Yeni müridi güzel ve üstün hallere hazırlar muhakkiki ise ilahî sırlara vakıf kılar. Ancak açlıkta aşırıya gidilirse aklın yitirilmesine, saçma sapan hayallerin görülmesine ve mizacın bozulmasına yol açılmış olur. Öyleyse mürid kendi kendine "ben yüceleceğim" diyerek açlık nöbetlerine giremez! Ancak ehil bir üstad nezdinde, onun uyarı ve yönlendirmeleriyle girişir. Tek basına bu ise karar vermemelidir. Mürid tek basına kaldığında açlık prensibini uygulamak istiyorsa yemeğini dikkatli bir şekilde azaltmalı; oruç tutmalı, gece ile gündüz arasında tek bir öğünle yetinmeye alışmalıdır. Açlığın kendine özgü halleri ve mertebeleri vardır. Tevazu, efendilik, sakinlik, açık kalplilik, fuzuli islerle uğraşmama, gönülden kötü şeyleri geçirmeme ve kendini Allah'a muhtaç hissetme açlığın müridde olusturdugu hallerdir. Açlık muhakkikte ise daha farklı hallere yol açar: ince ruhluluk, merhamet, hoş dillilik, dostluk, varlık ve sahip olmak hissinin kaybedilmesi, Hak’tan gelen izzet ve heybet sebebiyle beşeri / hayvani niteliklerden uzaklaşma gibi. Açlık hali, muhakkiki "samedaniyet makamı"na (Hakk’ın sonsuz güç sahibi olduğunu ve hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını; her şeyin Hakk’a muhtaç olduğunum derinden hissetme) götürür. Bu makam, kendine ait sırları, yansımaları olan yüce bir derecedir ve biz "Yıldızların Mevki" kitabında söz kalpten söz açınca bundan bahsettik. H. 596 yılında Câbiye sehrinde bunu yazmıştım. Daha sonra birçok nüsha kopya edildi ama ben orada yoktum; bu kısım (menzil) sabit değilmiş o nüshalarda. İlahi gayret sahibinin faydalanacağı haller vardır açlıkta. Yoksa sıradan bu manada açlıktan medet umması gereksizdir. Ama şu da bir gerçek ki sıradan kişinin açlığı, mizacın düzene girmesine, bedenin daha sıhhatli bir şekilde nimetleri tatmasına yol açabilir. Açlık insanın Şeytanı daha iyi tanımasına yol açar. Allah bizi ve sizi korusun ondan.

7- “Uykusuzluk" Zihne hâkim olma: Uykusuzluk aslında açlığın semeresidir. Mide tamtakır olunca uyku da çekip gider. Uykusuzluk iki türlüdür: Gözün açık kalması; fiili uykusuzluk, Kalbin uyanık kalması, zihnî uykusuzluk. Kalbin uyanıklığı anlamında uykusuzluk, insanın ilahî müşahedeleri talep ederek gafletten, aymazlık halinden uyanması demektir. Gözün uyanık kalması ise geceleri uyumamak yoluyla kalpteki himmeti (manevi yoğunluk ve yüce bir amaca kilitlenme) artırmak için yapılır. İnsan gözünü kapatıp uykuya dalınca, kalbin manevi eylemi durur. Bedenî uyku devam etmekle birlikte kalp uyanıksa, onun isteği evvelce fiili olarak uyanıkken tanık olduğu şeylere erişmektir. Uykusuzluğun faydası, kalbin hiç ara vermeden manevi işine devam etmesidir. Bu sayede ilahî hazinelere erişmek mümkün olur. Uykusuzluk bir tür bakım ve "vakti yenileme" demektir hem mürid hem de muhakkik açısından... Ancak muhakkik sufi, ilahî ahlak gömleğine daha fazla bürünürken yeni mürid bunu bilmez, bunu tadamaz. Uykusuzluk makamı, kayyumiyet makamıdır. (Hakk’ın her an kâinatı yönettiği ve bir an ilgisini esirgese her şeyin yok olacağını yoğun olarak hissetme makamı). Bazı dostlarımız kişinin kayyumiyet makamıyla bütünleşmesini, kendini bu mertebede gerçekleştirmesini yasakladılar. Bazı dostlarımız da bu makamın ahlakına bürünmeyi yasakladılar. Bir keresinde Ebû Abdullah bin Cüneyd'le görüştüm; o da bundan menediyordu. Ama biz bu fikirde değiliz. İlahî hakikatler bize şunu öğretti ki; insan-ı kâmil, ilahî mertebenin tüm isimlerini yüklenecektir. Eğer bazı dostlarımız bu konuda çekimser kalıp insanın hakikati ve varoluşu hakkında yeterince bilgiye sahip olamayışlarındandır bu tavırları. Eğer o dostumuz, kendini hakkıyla tanısaydı, bu gibi hususlar ona zor gelmezdi. Uykusuzluk insana nefsini tanıtır. Böylece ilahî bilgiyi elde etme yolunun, ruhi aydınlanmanın dört esası tamamlanmış oldu. Bilgi bunların üzerinde yükselir. Allah'ı tanımak, kendi nefsini tanımak, dünyayı tanımak ve Şeytanı tanımak bu esaslar üzerine dayanılırsa mümkün olur. İnsan kendi nefsinden kopup masivadan uzaklaşarak inzivaya çekilirse; Rabbini anarak başka şeyi unutursa; bedenî gıdayı terk edip herkesin uyuduğu zaman uyanık kalmayı başarırsa onda dört temel nitelik "tahakkuk" etmiş olur. Onun beşeri yönü melekliğe dönüşür; ibadeti, efendiliğe dönüşür; zihnî algıları somut [beş duyusu gibi] keskinleşir, duyarlı hale gelir. Bilmediği, görmediği şeyleri yakından bilmiş, görmüş gibi olur. İçte kalan gizli hususlar ona aşikâr olur. O bir yeri terk edip gittiğinde kendi ruhi "bedel"ini oraya bırakır; o şehrin ruhları onun yanına gelir; onunla sohbet eder. Eğer o yerin halkı bu ruhani varlığı sever ve bağırlarına basarlarsa onlar için bedenî surete bürünür. Onlarla konuşur, aslında onlardan uzaktadır ama dileklerini dinleyen, yerine getiren biri karşılarındaymış gibi görünür oralılara. Bazen bu "bedel" in asıl sahibi kendi vatanına dönmek isterse oralı insanların herhangi bir talebi olmadan da geliverir ve dolaşır yurdunda. Ama uzaklarda iken kendi vatanında görünme, abdal olmayan kişiler tarafından da gerçekleştirilir. Aradaki fark şudur: Yüce kişi bir abdal olarak oradan gittiğinde bilinçli olarak kendi görüntüsünü, "bedeli"ni bırakır; o bu işin bilincindedir. Ama abdal olmayan kişinin başına bu is geldiğinde o kendi benzerini "bedel"ini orada terk ettiğini bilmez bile. Çünkü o yukarda izah ettiğimiz dört esasa dayanmamış, bunları hakkıyla uygulamamıştır.

Allah sizleri ve bizleri bu esasları anlama ve uygulama yolunda başarılı kılsın, hepimizi ihsan makamında ağırlasın. Daima veren dost odur. Allah’a hamdolsun, efendimiz Hazreti Muhammed'e, Ailesine ve arkadaşlarına selam olsun.

Tasavvuf Nasıl Abdal (Evliya) Olunur?

ÇIKMIŞ KİTAPLARIM;


  Allah Aşkı Kutbül Aşk Kitabı

RESİME TIKLAYIP ULAŞABİLİRSİNİZ

Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf Tasavvuf

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski